Bir tarafta Medinede üslenen ve her geçen gün güçlenen Müslümanların kendi geleceklerini tehdit etmesi ve ticaret kervanlarının tehlikede olmasını bahane eden müşrikler, diğer tarafta birçok zorluk ve zulümlere maruz kalarak İslam uğruna her şeylerinden vazgeçerek Medineye hicret eden Müslümanlar vardı.
Savaşın başlamasına, Ebu Süfyana ait bir ticaret kervanına Müslümanlar tarafından yapılmak istenen bir baskın vesile oldu. Müslümanlar bu baskınla Mekkede el konulan mallarının karşılığını almak niyetindeydiler. Kervanının basılacağını, habercilerinden öğrenen Ebu Süfyanın derhal Mekkelilere haber göndermesi üzerine, müşrikler bir ordu teşkil ederek yola koyuldular. Bu arada Ebu Süfyan yolunu değiştirerek kervanını Müslümanların elinden kurtararak Mekkeye ulaştı. Kureyşin kervanı kurtulmuştu; ama savaş için çıkılan yoldan geri dönülmüyordu.
Ebu Cehil, Kureyş ordularının komutanı idi. Onun İslam düşmanlığı çok eskilere dayanıyordu. Emrindeki ordunun sayısı 1.000 kişilik bir kuvvetti. Bedir Vadisindeki İslam ordugâhında 313 kişi vardı. Bunların bir kısmı ensardan, diğer kısmı ise muhacirlerdendi. İşte şimdi kendilerine bunca zulmü reva gören müşrik orduları karşılarında idi. Karşılaşan iki ordu (17 Ramazan 2, 13 Mart 624) gerek sayı, gerek ekonomik, gerekse silahlı güç bakımından dengede değildi.
İşte o anda Allahın yardımı yetişti
Kureyşten üç cengaver; Utbe b. Rebîa, oğlu Velid ve kardeşi Şeybe olmak üzere ortaya çıkarak Karşımıza kim çıkacak? diye İslam ordularına seslendiler. Bu meydan okuyuşa karşı Peygamberimiz (sas) Hazreti Hamza, Hazreti Ali ve Hazreti Ubeydeyi meydana çıkardı. Bu amansız mücadelenin arkasından üç müşrikin de öldürülmesiyle ilk cenk nihayete erdi.
Hz. Muhammed (sas) Bedirde savaşın başlayacağı sırada, secdeye kapanıp Allaha yönelerek Ona, yardımını esirgememesi için dua ettiğinde fem-i mübarekinden şu sözler dökülüyordu: Ey Allahım! Şayet şu küçücük ordu eriyip giderse sana yeryüzünde artık ibadet edecek kimse kalmayacaktır…
Daha sonra iki ordu birbirine girdi. Kuvvet, güç ve hücum ile iman ve savunma arasında kıyasıya bir cenk başladı. Müslümanların küçük bir orduyla bu güce karşı koymaları kolay değildi. İşte tam o noktada Allahın yardımı yetişti. Bu yardım Kuranda bizzat zikredilmiştir (Al-i İmran, 123-127) Savaş sona erdiğinde Müslümanlar kesin bir zafer kazanmışlardı. Ebu Cehilin de aralarında bulunduğu 70 kişi öldürülmüş, Müslümanlar ise14 şehit vermişti. Ayrıca bazı ileri gelenleri de dahil olmak üzere bir grup müşrik esir edildi.
Ey Ebû Cehil, ey Utbe, ey Şeybe!
İslâm ordusu, Bedirde savaştan sonra üç gün daha kaldı. Sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), son gece, ay ışığının çölü gündüz gibi aydınlattığı bir sırada müşriklerin atıldığı kuyuya doğru yürüdüler. Ashab da peşinden yürüdü. Fakat, Allah Resulünün nereye gittiğini tahmin edemediler… Merakları, Efendimizin, müşrik ölülerinin dolu olduğu kuyu başına gelmesine kadar devam etti. Kuyudaki ölüleri tek tek, isim isim sayarak hitap buyuruyordular: Ey Ebu Cehil Amr bin Hişam! Ey Utbe bin Rebia! Ey Şeybe bin Rebia! Ey Nevfel bin Huveylid! Ey Huzeyfe bin Ebi Huzeyfe… Siz, Peygamberinize karşı ne kötü bir kavimdiniz. Siz beni yalanladınız; başkaları doğruladı. Siz beni evimden ve yurdumdan ettiniz; başkaları bana destek oldular. Siz benimle savaştınız; başkaları beni size karşı korudu. Siz, Rabbinizin size vaat etmiş olduğu azaba kavuştunuz mu? Ben, Rabbimin bana vaat ettiği yardım ve zafere kavuştum!
Ashab-ı Kiram, Sevgili Peygamberimizi hayretle takip ediyorlardı. Zira böyle bir hadiseyi ilk defa yaşıyorlardı. Hazreti Ömer sordu: Ya Resulallah! Ruhsuz cesetlere, kokmuş leşlere mi sesleniyorsunuz? Peygamberimiz, arkadaşlarına dönerek buyurdular ki: Muhammedin varlığı kudret elinde bulunan Allaha yemin ederim ki benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitici değilsiniz! Ancak onlar cevap veremezler! Ashab bu sözler üzerine iliklerine kadar ürperdi.
Mustafa Aydın