İnzivâ bir nevi doğum sürecidir. Sel gibi akıp giden olayları dizginleyip, etrafında girdap gibi döndürdükten sonra yeni bir mecraya koyan insanlar kendi dünyasına genellikle inzivada doğarlar. Cemiyetin kriz haline gelmiş problemlerinden oluşan hamlini kafalarına sarıp, doğum gününü sıkıntı içinde bekledikleri karar-ı mekînin adı ise ekseriyetle bir mağaradır. Bu manada Allah Rasulünün birisi Hira diğeri de Sevr olmak üzere iki mağarası vardır.
Mağara faslı Hz. İbrahim dini üzere ibadet etmek için Efendimizin Nur Dağına çekilmesiyle başladı. İbni Hişamın verdiği bilgilere göre bazen ailesini de yanına aldığı olurdu. İbadet için insanlardan uzaklaşmaya Mekkeliler arasında tehannüf denilirdi.
Efendimiz tehannuf için Hira mağarasına çekilir, orada ibadet eder, tefekküre dalardı. Konumu itibariyle sırtı Mekkeye yüzü ise güneşin doğduğu istikamete dönük mütevazı kovuk, Mekkenin el-Emini, Abdullahın yetimi, istikbalin Efendisi Hz. Muhammedin secde, vecd ve istiğraklarıyla güneşin Rabbinden gelecek ilahi tayflara mazhar olma yolunda adım adımdı… Derken cemre düşüverdi. Ruhları zemherir gibi kasıp-kavuran şirkin yerini, imanın rengarenk baharına terk etme zamanı yaklaşıyordu. Hayat suyu mahlukata yürümüş, ağaçlar, taşlar şevke gelmişti.
Varlık, kâinat kitabını bir bir şerh etmek üzere hazırlanan Marifet Sultanını selamlama yarışına girmiş, Esselamu aleyke ya Rasulallah selamlarıyla teslimiyet arzına başlamışlardı. İstikbal, Onun emin ellerine en gizli sırlarını teslim etmiş, ertesi gün olacak hadiseleri geceden rüyalarına sunmayı itiyat haline getirmişti. Taşlardan daha katı kalpleri Rahmanın tecelligâhı haline getirmek üzere hazırlanan terkipler ise hususi bir elçiye teslim edilmişti. Elçi, bir gece vakti, Hirada bulundukları esnada teşrif ediverdi.
Teslim, emanetin ağırlığını en ince ayrıntılarıyla hissettirecek şekilde gerçekleşiyordu. Getiren semavâtı kaplamışçasına heybetli, alan ise ürperti içinde tiril tirildi… Ve semavî sandukça açıldı: Oku! Rabbinin adıyla… Ki.. O yarattı. O yarattı insanı alaktan. Oku! Rabbin Ekremdir… O Rab ki Kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti…
Aylardan Ramazan, yıllardan 610du. Hirada beşeriyet tarihi için yepyeni bir sayfa açıldı… Kureyş, Ebu Talibi baskı altına alarak Efendimizi yalnız bırakmaya zorladığı zaman, Ebu Talip, onu terk etmeyeceğini bir şiirinde şöyle ilan etti: Sevre ve onun mekanına, Sebir dağına ve onu sabit kılana, Hiraya çıkmak için ona yükselene ve inene yemîn ederim.
Aradan yaklaşık 13 sene geçmişti, işkence, çile ve baskılarla geçen yılların ardından yine bir gece, Alemlerin Efendisi yanına Hz. Ebu Bekiri alarak sessizce müşriklerin arasından Medineye doğru süzüldü. Takip ihtimalini hesap ederek, Cidde istikametine yönelmişlerdi. Yolları Sevr mağarasına uğradı. Orada üç gün kaldılar. Abdullah b. Ebu Bekir gündüzleri Mekkelilerin arasına karışıyor, onların neler düşündüğünü öğrenerek haberleri akşam mağaraya getiriyordu. Amir b. Füheyre ise koyunları Abdullahın geçtiği yerlerden sürerek izlerini kaybediyordu. Esma bint-i Ebu Bekirde mağaraya yiyecek taşıyordu. 13 yıllık çile hayatı yeni bir doğumun şartlarını hazırlamıştı.
Hirada ilk mesajla buluşan Kutlu Nebi Sevrde iman, teslim ve tevekkülün şahikalarında arz-ı endam edecekti. Mekke hayatının hesabı yine bir mağarada görülecek ve iman tohumunun semereleri gün yüzüne çıksın diye Sevrin kapısı aralanacaktı. Arz bu çıkışa Sevrle eşlik ederken insanlık da Sıddık-ı Ekberle Ona refakat şerefine ermişti. Müşrikler adım adım mağaraya yaklaşırken ayak sesleri endişeye dönüşüp, Hz. Sıddıkın kalbine damlıyordu. Ya Efendimize bir şey olursa hafakanlarıyla Hz. Ebu Bekirin kalbi kıbleden esen rüzgarla köpürerek ayağa kalkmış bir denizi andırıyordu. Efendimiz ise bitmiş bir cümlenin noktasını koyuyor gibi, gayet sakin, Üzülme Allah bizimle beraberdir. demekle yetiniyordu. Ve dalgalar diniyor, deniz duruluyor, Sevr mağarası, Alemin Efendisinden (sas) sonra külli fazilet noktasında ümmetin en hayırlısının doğumunu yaşıyordu. Maneviyat erbabına göre bu doğum aynı zamanda Sevr meşimeninden velayetin doğumu anlamına geliyordu.
Hamdullah Öztürk